H.z. Muhammed'in Davetçiliği
Kur'ân-ı Kerim'de Hz. Peygamber "Allah'ın davetçisi"[527] olarak
vasıflandırılmış; ona yüklenen görev de "öğüt ver", "davet et", "tebliğ et",
"ikaz et" gibi emirlerle ifade edilmiştir. Kendisine uyarma (inzâr) ve müjdeleme
(tebşîr) görevi verilmiş; uyaran (nezîr), uyarıcı (münzir), ve müjdeci
(mübeşşir, beşîr) olarak nitelendirilmiştir.[528] Bütün insanlara müjdeci ve
uyarıcı olarak gönderildiği, dolayısıyla peygamberliğinin evrensel niteliğe
sahip olduğu belirtilmiştir.[529]
Hz. Peygamber, en yakınlarından başlayan, daha sonra bütün Arap
Yarımadası'nı kapsayan, hatta yarımadanın sınırlarını aşan davet faaliyetlerini
peygamberlik görevi boyunca sürdürmüş ve bu hususta büyük başarı elde etmiştir.
Onun uyguladığı davet metotları tutarlı, mantıklı, sistemli, gerçekçi ve
başarıya götürücü özelliğe sahiptir. Bu suretle önce etrafında inançlı bir
kitle, daha sonra da başlattığı davet faaliyetlerini başka ülkelere taşıyacak
toplumu oluşturmuştur. Kendisi, Allah'ın elçisi sıfatıyla komşu ülkelerin devlet
başkanlarına davet mektupları göndermiştir. Bu faaliyetiyle, sonraki yüzyıllarda
hızla gelişecek olan evrensel davet çalışmalarını başlatmıştır.
Hz. Peygamber'in davetinin başarıya ulaşmasının çeşitli
etkenleri vardır. Bunların başında, bizzat kendisinin, davet ettiği dine
samimiyetle bağlanması ve bu dinin prensiplerini kendi hayatında uygulamış
olması gelmektedir. Gerçekten o, İslâm'ın insanlara yüklediği yükümlülüklerin
hiçbirinden kendisini hariç tutmamıştır. Farzları önce kendisi uygulamış,
yasaklara önce kendisi uymuş ve en yakınlarına tatbik etmiştir.
Hz. Peygamber'in davet faaliyetlerinin başarıya ulaşmasının
etkenlerinden biri de ümitsizliğe ve karamsarlığa kapılmaksızın çalışmalarını
daima sabır, azim, inanç ve kararlılıkla sürdürmüş olmasıdır. O, davet
çalışmalarında sosyal ilişkilerini aralıksız bir şekilde sürdürmüş ve bu
ilişkilerden büyük ölçüde istifade etmiştir. Örneğin müslüman olanların
yanısıra, henüz İslâm'a girmemiş bulunan akraba ve çevresiyle ilgisini de
ısrarla devam ettirmiştir. Toplum üzerindeki etkilerini göz önüne alarak, kabile
başkanlarına özel ilgi göstermiştir. Davetini sunmak üzere toplantılar
düzenlemiş, çarşı, pazar, panayır ve ev gibi, insanların toplu olarak bulunduğu
her yerde tebliğ faaliyetini sürdürmüştür. İslâm'a davet için hiç kimseyi hakir
görmemiştir.[530]
Hz. Peygamber muhataplarını tanımaya büyük önem verir, onların
duygularını, isteklerini ve fert olarak özelliklerini dikkate alır, kendilerine
değer verir, ilgi gösterir, yakınlaşma teminine gayret ederdi. Muhataplarıyla
ortak noktalarda birleşme esasından hareket ederdi. Faaliyetlerinde af,
müsamaha, yumuşaklık, şefkat ve merhameti; kin, öfke ve zorbalığa tercih ederdi.
Kur'an-ı Kerim'de Hz. Peygamber'in İlâhî bir lütuf sayesinde insanlara yumuşak
davrandığı belirtilir; kaba ve katı kalpli olduğu takdirde çevresinden dağılıp
gidecekleri uyarısında bulunulur.[531]
Hz. Peygamber insanların kusurlarını yüzüne vurmazdı;
eleştirilerini isim vermeden yapardı. Çünkü kişinin hatasını yüzüne vurmak,
mahcup olmasına ve toplumdan uzaklaşmasına yol açabilir. Muhataplarının farklı
tepkilerine karşı daima azim ve ümitle davetine devam etmiştir. Özellikle Mekke
döneminde daveti kabul etmeyen kabilelerden kimisi kaba, kimisi kibar, kimisi
kaçamak bir şekilde olumsuz cevap vermiştir. Fakat o, sebatla, ümitsizliğe
kapılmadan, azimle gayret göstermiş, her fırsatta davetini tekrar etmiştir.
Peygamberimiz hiçbir kimseyi İslâm'ı kabule zorlamamıştır. Çünkü
onun görevi insanları zorla dine sokmak değil; İslâm'ı tebliğ etmek ve
uyarmaktır. İnsanları zorla İslâm'a dahil etmek, arzu edilenin aksine sonuçlar
doğurur; İslâm'ın son derece karşı çıktığı ve istemediği münâfıklığı yaygın hale
getirir, insanları iki yüzlü yapar. Halbuki İslâm samimi olmaya, samimi olarak
inanmaya büyük önem verir. Hz. Peygamber'in, davet faaliyetlerini yürütürken
takip etmiş olduğu metot insanları güzel öğütle İslâm'a çağırmaktır. Bu esaslar
doğrultusunda hareket eden Hz. Peygamber, hiçbir Yahudiyi, Hristiyanı veya başka
bir din mensubunu dinini terkedip İslâm'a girmesi için zorlamamıştır. Bilakis
onları zorlamaksızın İslâm'a davet etmiş; kabul etmedikleri takdirde kendilerine
belli şartlar çerçevesinde din ve vicdan özgürlüğü sağlamıştır. Kur'an-ı
Kerim'de insanların iman etmeleri için zorlanamayacağı, hatta Hz. Peygamber'in
bu konuda, sorumluluk duygusuyla gücünün yettiğinin ötesinde kendisini
zorlamasının bile uygun olmadığı[532] ifade edilmektedir.Peygamberimiz çalışmalarında hiçbir zaman şahsî menfaat arzusu
gözetmemiştir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de onun uyarma ve müjdeleme görevinin
karşılığı olarak bir ücret istemediği bildirilir.[533] Onun vefatından sonra da
Müslümanlar İslâm'a daveti, kendilerinin kaçınılmaz görevlerinden biri olarak
kabul etmişlerdir.[534]
Burada, bir davetçi olarak Hz. Peygamber'de Allah Teâlâ'nın
bulunmasını istediği bir niteliğe işaret ederek bu bahsi bitirmek istiyoruz.
Müddessir Sûresinde "Kalk ve (insanları) inzâr et. Rabbini büyük tanı" hitâbıyla
insanları dine davet etmesi emrolunduktan sonra Hz. Peygamber'den "elbisesini
temiz tutmasının" emredilmesi, davet açısından konuya bakıldığında son derece
dikkat çekicidir. Âyet-i kerîmede geçen ve temizlenmesi istenen "elbise"den
maksadın ne olduğunu izah hususunda amel, kalp, nefis, beden, ahlak, din ve
elbise şeklinde,[535] kişinin maddî ve manevî yönünü kapsayan geniş yorumlar
yapılmıştır. Bununla birlikte, maksat ne olursa olsun, gerek beden ve kıyafet,
gerekse kalp ve ahlak temizliğinin iletişim açısından önemli olduğu ortadadır.
Bu hitaba muhatap olduğunda artık Hz. Muhammed Allah'ın elçisidir, İslâm'a
davetle emrolunmuştur, âyet-i kerîmede maddî ve manevî temizliğe dikkat etmesi
vurgulanmıştır.
[527] Ahzâb Sûresi 46.
[528] Necm Sûresi 56; Sa'd Sûresi 65,70; Fâtır Sûresi 23.
[529] Sebe' Sûresi 28.
[530] Örnek için bk. İbn Hişâm, II, 344.
[531] Al-i İmrân Sûresi 159.
[532] Şuarâ Sûresi 3-4.
[533] Furkân Sûresi 56-57.
[534] Ahmet Önkal, Rasûlüllah'ın İslam'a Davet Metodu, Konya 1989; Mustafa Çağrıcı, "Davet" DİA, IX, 16-19; Şevki Saka, "Kur'an'a Göre İnanç Hürriyeti", Diyanet Dergisi, Ankara 1992, s. 127-137.
[535] Kurtubî, el-Câmi' li-Ahkâmi'l-Kur'ân, Beyrut 1967, XIX, 62-66.
[527] Ahzâb Sûresi 46.
[528] Necm Sûresi 56; Sa'd Sûresi 65,70; Fâtır Sûresi 23.
[529] Sebe' Sûresi 28.
[530] Örnek için bk. İbn Hişâm, II, 344.
[531] Al-i İmrân Sûresi 159.
[532] Şuarâ Sûresi 3-4.
[533] Furkân Sûresi 56-57.
[534] Ahmet Önkal, Rasûlüllah'ın İslam'a Davet Metodu, Konya 1989; Mustafa Çağrıcı, "Davet" DİA, IX, 16-19; Şevki Saka, "Kur'an'a Göre İnanç Hürriyeti", Diyanet Dergisi, Ankara 1992, s. 127-137.
[535] Kurtubî, el-Câmi' li-Ahkâmi'l-Kur'ân, Beyrut 1967, XIX, 62-66.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder